Balık Sevdası I





  Balık tutmayı severim. Orta okul yıllarında kuzenim, Samsun Ters Akan ırmağında, elini kaya kovuklarına sokar, balık yakalardı. Ben elimi öyle bilmediğim, yılan, çıyan çıkacak yerlere sokmaktan korkar, onu seyrederdim.

            Lise yıllarımda, ders çıkışı olta ile balığa çıkardım. Her seferinde 15- 20 balık götürürdüm eve. Balıkları temizleyip dolaba koyardım, benden başka yiyen olmazdı. Annem mezgit ve somon tercih ederdi. Diğerleri balık yemeyi tercih etmezlerdi. Her gün giderdim, bir huzur bulurdum denize yakın olmaktan. O günlerde, beyaz saçlı, beyaz sakallı, beyaz elbiseli, yaşlı ancak benden dinç birisi ile tanıştım. Ben ona Baba der  o da bana Evlat derdi. Hergün buluşup balık avlar, avladığımız balıkları hemen orda ızgarada pişirip yerdik.

 Hafta sonları muhteşem olurdu özellikle zargana zamanı. 

Ekmek soğan turşu ve balık...

Bu ne lezzettir soğan sanki daha önce hiç yemediğim bir lezzete bürünür. 
Turşu yemek, normalde hiç hatırlamadığım bir şey olmasına rağmen, burda sanki saray sofrasına layık bir şey olur. 

Zargana yüzey balığıdır. Özel oltası vardır. Bilenler bilir çok lezzetlidir, ayrıca fosfor açısından çok zengindir.  Zarganaları peşi peşine tutarız,  bir o, bir ben. Baba eski kaptanlardandı. Ama çok konuşmazdı. 


   İnanın adını bile bilmiyorum ama en az 2 yıl her gün birlikte olduk.
 
 Ankaraya gideceğim gün vedalaşmak için deniz kenarında buldum kendisini. Her zamanki gibi bembeyaz giyinmişti. Anlattım üniversiteye gidiyorum diye. Sarıldı beni yalnız bırakıyorsun diye sitem etti. Göz yaşlarını silerken oltasını sallıyordu karadenizin koynuna…

Aradan  yıllar geçti. Balık avlama tutkum  beni zıpkın balıkçılığına yöneltti. Alanya da mahmutlar kasabası var. Yaklaşık 2 sene orada yaşadım. Her sabah sabah ezanı ile kalkar denize girerdim. Kimi zaman deniz bulanık olurdu ben yinede girerdim. Mahmutlar sahilini ezbere bilirdim. Hangi balık nerede olur. Nasıl vurulur iyice öğrendim. Kum balığı, Lokum balığı, sokar balık, kırlangıç, karagöz, keler... (Alanya bölgesindekiler keler diyor ama bu isimle başka kimse bilmiyor büyüklüğü turna  gibi saldırgan bir balık )

Manavgatta ikamet eden kardeşimi ziyarete giderken vurmuş olduğum balıklardan bir poşet hazırladım. Evleri Manavgat çayına çok yakın. Balıklar elimdeki poşette salana sallana yürüyorum. Irmağın kıyısında olta ile avlananlar var, onlara baka baka geçiyorum birden birisi dikkatimi çekti beyaz elbiseli yaşlıca bir adam. Aklıma bizim Baba geldi, biraz daha dikkatli baktım elinde piposu yok canım bu kadar da olamaz. Yok yok değildir yıllar geçti kesin ölmüştür. En az 10 yıl geçti.

İyice yaklaştım hafifce döndü.  Ben 

-Baba dedim.  Beni tanımak ta zorlandı  Baktı baktı.

-Evlat dedi.

 İnanamıyorum insan hiç değişmez mi?  Ben yaşlandım  o aynı. Oturdum yanına baktım sepetine neler var diye tutmuş  üç beş parça. Sohbet ettik neden Samsunu bıraktığını anlattı. Karadeniz özleminden bahsetti. Aklı zehir gibi her şeyi hatırlıyor.

     Buranın havası insanı yavaşlatıyor. 

    Nerde karadenizin insanı kendine getiren serin yelleri…

Poşetimden irice bir balık verdim, almak istemedi, zorla koydum sepetine.

-Rast gele Baba,

-Eyvallah Evlat…

İster inan ister inanma,  bu görüşmeden beş yıl sonra kendisine Antalyada rastladım. Zıpkın gibi hiç değişmemişti. Balıkçıların yakınında bir  ev tutmuş, eşi ile yaşmın getirdiklerini sevgi ile kucaklıyordu.
   Benim saclarım döküldü (kısmen  ;) )  kilo aldım…


    Eski Toprak…  Karadenizli…Kaptan…Balıkçı…Yaşlı ama benden dinç…

-Rast gele Baba,

-Eyvallah  Evlat…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen Fikrinizi Paylaşın...