NASA


     Nasa





     Bisikletime bindim Kemerden Antalyaya doğru gidiyorum. Yollar şimdiki gibi değil sadece iki tünel var. Her hafta sonu keyifle yaptığım bir aktivite. Yol, ormanın içinden sahil boyunca  kıvrıla kıvrıla gidiyor. Tertemiz havanın eşliğinde yol bir keyiflidir ki değme gitsin…

            Yol kenarında iki çeşme var, çayı güzel oluyor diye gelip geçenlerin damacanalarını doldurduğu. Erken saatlerde kimseler yok. Durup elimi yüzümü yıkayıp mataramı dolduruyorum. 

            Trafik pek yoğun değil, keyfime diyecek yok, bir bayır çıkıyor, bir yamaç iniyorum, rüzgarı yüzümde hissetmek muhteşem.

      Beldibini geçiyorum. Tünele yaklaşıyorum. Bu kısım biraz sıkıntılı, tünele yaklaşırken yol daralıyor. Yol gidiş geliş oluyor ve iyice daralıyor. Buraya gelince daha dikkatli oluyorum. 

     Bu kısımda mecburen tünelin içinden geçiyorum, çevreden dolaşmak için yaya yolu merdiven vs yok. Tünelin içinde, yayaların kullanımı için ancak tek kişinin yürüyebiliceği bir kaldırım var. Bisikletimle kaldırımın üzerindeyim, yavaş ve dikkatli bir şekilde sürüyorum bisikletimi.

            Tünelin içerisinde bir homurtu başladı, büyük bir araç, benimle aynı yönde, arkadan tünele girdi. Ben tüm dikkatimi yola ve sürüşüme vermiş halde yavaş yavaş ilerliyorum.

 Kocaman bir kamyon, yanıma yaklaştı,  bir kornaya bastı…Ya yok böyle bir şey, o havalı kornanın tüneldeki yankılanmasını düşün…kulaklarım sağır oldu…İnsanda azıcık insanlık olsa, böyle bir hayvanlık yapmazzzz…

Adam, gideceği yere kadar beni hatırlayıp gülmüştür, nasıl hoplattım diye…


Maalesef bizde aracına binen zannediyorki aracın beygir gücü kendine geçiyor.

Evet eminim üstteki olay benzerlerini sizde çok yaşamışsınızdır.

Bizde Trafiğe çıkan herkes ama istisnasız herkes  NASA’da çalışıyor evet evet yanlış okumadınız. Herkesin vakti o kadar kıymetli ki, başka bir yerde çalıştıkları düşünülemez .



Araca binince bizim insanızda ki değişmeler:

1-    İnsani duygular silinir. Kibarlık, iyi niyet, yardımcı olmak, hoş karşılamak, tevazuudan eser kalmaz.

2-    Transform  gerçekleşir.  Araçtaki tüm beygirler güçlerini bize aktarır.

3-    İkinci bir transform gerçekleşir. Carl Sagan’ın  THE DRAGONS OF EDEN (Cennetin Ejderleri ) adlı kitabında bahsettiği hayvani tarafımız insani tarafımızla yer değiştirir.


4-    Çevremizdeki diğer sürücüleri limandan  son kalkan gemideki son tek kişilik yeri  almak için rakipler olarak  görüp onlardan önce  ulaşmak için her şeyi mübah görüp ona göre davranırız.

5-    Ne yaparsak yapalım her zaman haklıyızdır. Hep bizim yaptığımız doğrudur.

6-    Yanlış yaptığımız zamanlarda 5. Madde geçerlidir. Haklı olduğumuzu  kanıtlayacak  hep bir bahanemiz vardır.

Bazılarının ammada abartı dediğini duyar gibi oluyorum. Kardeşim abartmadım da kabartmadım da. 

Hani bizim meşhur hoşgörümüz, kibarlığımız, büyüğe saygımız, insan sevgimiz...

Araçtayken, diğer araçta kim var ?  kadın, yaşlı, bizden küçük, belki özürlü, belki hamile, hiç ama hiç önemi yok...



Dün akşam,  önümde iki tane farklı marka jeep gidiyor. Hızlarımız 80 -90 km/h. Arkadaki jeep sollamak istiyor, zorluyor, öndeki izin vermiyor, arkadaki jeep bir fırsatını buldu diğerinin önüne geçti, ancak yavaşlamak zorunda kaldı, önüne araç çıktı. Şimdi öne geçen jeep bir türlü hızlanamıyor. Yol  daraldı, kalabalıklaştı. Trafik lambasında durduk. Arkadaki jeep diğerinin yanına geçti pencereyi açtı, bir şeyler söylediler. Birden ikiside inip birbirlerine vurmaya başladı. Birisi genç, birisi yaşlı. Yaşlı olan iri yarı, ancak genç olanı adamı yere yıktı. Tam önümde gerçekleşiyor. İndim araçtan adamları ayırdık çevreden gelenlerle. Tesadüfen benim aracın iki arkasında da polis aracı var, polislerde geldi, adamları bindirdiler.

 Genç olanı diyor ki;

-Önüme kırdı iki kez, üstüne üstlük kız arkadaşımın yanında bana küfrediyor…

Şimdi, olayları arkadan izleyen birisi olarak, Trafik açısından ikisi de kusurluydu.

Öte yandan, şimdi o yaşlı adam, belki torunları bekliyor. Belki eşi bekliyor…sevdiklerine gidiyor…Kavgadan sonra kırılan gururu,  belki incinen kemikleri…Eve girişi tamamen farklı olacak…

Trafikte hepimiz aynı şeyleri düşünürüz. İnip şunu bir benzeteyim diye ne kadar haklı olursak olalım üstteki maddeler hepimiz için geçerli.

    Hangi birini adam edeceksin. 

    Kimse kimseyi adam edemez. 

Ta ki kişi kendisi farkına varsın ve kendisi değişmek istesin.


Yani kardeşim kavşağa üç araç girip tek araç çıkan bir milletiz.

Sağa döneceklerin, sol şeridi kapattığı, dönüşlerde sinyallerin hiç kullanılmadığı…

      Yolun ortasında, kanalizasyon kapakları olan başka memleket var mı bilmiyorum…

   Hititlilerin çözdüğü kanalizasyon sorununu biz 21.yüzyılda çözemiyoruz…


    Farınız da Yolunuz da Açık Gözünüzde Açık Olsun Dostlarım...

            

Michael Jackson






Bahtsız deve Gutup Ayusu ve de Penguen


80 lerin sonları... lisedeyim hafta sonları çalışıyorum.

Şimdilerde olduğu gibi memlekette herşeyi bulmak kolay değil.

 Kaptan Nejat Amerikaya gemi ile yük taşıyor. 

Samsun limanında hareketlilik hiç bitmiyor. Gidenler, gidenleri uğurlayanlar, gelenler, gelenleri karşılayanlar, bir curcuna…

O gün Kaptan Nejat geliyor, tanıyan esnafta bir heyecan sorma gitsin. Sanki oğulları askerden geliyor. Herkes  birşeyler  ısmarlamış. Radyo ısmarlayan, parfüm ısmarlayan, bıçak ısmarlayan, mal Amerikan olunca don bile kıymetli…
 Kaptan Nejat tam bir Anadolu  Beyefendisi, kimseyi kırmazelinden geldiğince insanları mutlu eder, güleryüzlü, yakışıklı.


Cünet Arkının gençlik yıllarındaki gibi tam anlamıyla Klass bir adam. Giyimi, duruşu, konuşması, herşeyin en iyisi onda toplanmış…

Öğleden sonra Kaptan Nejat yanında iki yardımcısıyla birlikte geldi. Adamların ellerinde 4 büyük valiz, esnaf toplandı. Kaptan Nejat herkesin siparişini teslim etti. 
İnsanların dualarını aldı. Daha sonra Kaptan Nejat yanıma geldi

-Kardeşim bunuda sana hediye olarak getirdim.

-Ama ben sipariş vermedim ki dedim,

-Hediye dedik ya dedi.

Ben alışkın değilim böyle şeylere. Almak istemedim ama ısrar edince birkaç esnaf arkadaşında zoruyla hediyeyi kabul ettim.

Açtığımda  içerisinden bir adet  Lee Coper marka bir kot pantolon çıktı.
O yıllarda henüz  Türkiyede yoktu daha sonraları meşhur oldu.


         Bir sebepten o gün okul yok. Alışkanlık erkenden çıktım dışarı biraz dolaştım. Bir yorgunluk çöktü üzerime uyku bastı ne yaptımsa açılamadım. Evdekilerin dışarıda olduğunu biliyorum ve evin anahtarını almamışım.

 Ne yapsam diye düşünürken bir sinemanın önünde durdum. Filme girip içerde uyuyabilirim diye düşündüm.

 Gişeye gittim en yakın seansı sordum biletimi aldım. Salona girdim. Salon oldukça büyük ve hiç kimse yok. Şöyle rahat uyuyabileceğim bir koltuk beğendim  oturdum. Bu arada hangi filmin oynadığını hala bilmiyorum, umrumda da değil. Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladı. Uykuya geçtim. 

   Film başlamış bir gürültüyle gözlerimi araladım. Karşımda Michael Jackson dans ediyor. Biraz doğruldum dikkatimi vermeye çalıştım evet  Michael Jackson Moonwalker filmi…


Benim gözler tekrar kapandı… Bir ara sessizlik oldu. Sonra müzik tekrar başladı. Hafifce sağa sola baktım salonda kimse yok…Uyumaya devam…

   Işıkların açılması ile uyandım Salonda  hala kimse yok.

   Ayağa kalkmak için bir hamle yaptım…Caarrrttt…Oturduğum koltukta bir çivi pantolonumu ikiye biçti…

   Koskoca salonda öyle bir seçim yapıyorum ki kocaman bir çivi koltuğun yanında… Milli piyango vurmuş gibi…

    Evet benim Amerikan malı  Lee Cooper marka kotum yine bir  Amerikalı  Büyük idolun filmine kurban gitti…Gülermisin Ağlarmısın… 

Müzikle Kalın Dostlarım...

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası





116. Kişi

Cebeci site yurdunda kalıyorum. Oda arkadaşlarımın hepsi evlerine gitmişti. Bir haftasonuydu kendimi hipotrumda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının karşısında buldum. Çevreme baktım tanıdık kimse yok. Buraya nasıl geldim bilmiyorum. Kim getirdi beni buraya bilmiyorum. Nerden haberim oldu bilmiyorum. Birazdan konser başlayacak. 115 kişi olduğu yazıyor  programda. Beethoven 9. Senfonisini seslendirecekler. Kalabalık gittikçe artıyor. Saat 21:00 oldu.
Sanatçılar çıktı sahneye  büyük alkışlar eşliğinde.  Şef Gürer Aykal çıktı sahneye alkışlar coştu  coştu…

    Eser 4 bölümden oluşuyor

1-allegro ma non troppo, un poco maestoso
2- molto vivace
3- adagio molto e cantabile
4- presto

Her bölüm birbirinden güzel. Açık havada hipodrumda 115 kişi var karşımda…

Gökyüzü tertemiz…

Müzik o kadar güzelki bu güzel müziği tanıdık bildik sevdik birisi ile paylaşma isteğim o kadar yoğun ki anlatamam…

Çevreme bakıyorum hiç kimse yok tanıdık…

Müziğe kaptırıyorum kendimi…

116. kişiyim onlarla birlikte eseri yaşıyorum…

Son bölüm koro dahil oldu " Neşeye şarkı". İtalyanca söylüyorlar...

Bir Anadolu  türküsü gibi geliyor bana öylesine severek dinliyorum…

Eser bitiyor herkes ayakta alkışlıyor…

Bende alkışlıyorum  hem 116. Kişiyim hem izleyici... karşıdaki yalnız adam…

Artık yanımdakileri görmüyorum…


Gürer Aykal son bölümü birkez daha seslendiriyor…

Muhteşem bir görüntü  yıldızların altında Neşeye Şarkı çalıyor ve ben 116. Kişi olarak bu muhteşemliğin bir parçasıyım…

Sahnede kimse kalmayıncaya kadar oturduğum yerde bekliyorum…

Yurttaki odama döndüğümde içimdeki heyecan hala canlı…

 paylaşacak kimse yok... olsun…

 116 Kişi geçti hipodrumdan Yıldızların altından …